Kovid-19 pandemisinin bir yılı geçkin sürede dünyada ve özellikle ülkemizde oluşturduğu tablo çarpıcıdır. Emperyalist-kapitalist sistemin son yıllarda işçi ve emekçilere yönelik topyekûn saldırılarını pandemi bahanesi ile bir üst aşamaya geçirdi. Dolayısıyla dünya işçi sınıfı ve ezilen haklarının yaşamları adeta cehenneme çevrildi. Tüm veriler işçi sınıf ve emekçilerin ekonomik-sosyal ve demokratik haklarının hızla budandığını, işsizliğin, yoksulluğun, güvencesizliğin, adaletsizliğin arttığını, önümüzdeki süreçte daha da fazla artacağını gösteriyor. Ülkemizdeki özellikle ‘90 sonrası sermayenin ve işbirlikçilerinin işçi sınıfına saldırıları yoğunlaşmış, 24 Ocak Kararları ve 12 Eylül AFC’sinin dahi cesaret edemediği yasalar ve hukuki düzenlemeler peyderpey hayata geçirilmiştir. (Özelleştirme, Taşeronlaştırma, Sendikalar Kanunu, İş Kanunu, Kamu Yönetimi Yasası, Kamu Personel Reformu vs.) Son bir yıl içinde pandemi bahanesi ile esnek çalışma, kısa çalışma ödeneği, ücretsiz izin, sendikal örgütlenmenin engellenmesi, Kod-29, bazı sektörlerde grev yasağı, salgında zorunlu çalışma vs. gibi saldırılarını yoğunlaştıran sermaye ve faşist iktidar, pandemi bahanesi ile işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’ı da yasaklamıştır.
Daha yasak öncesi İstanbul’da bu saldırılara karşı özellikle 1 Mayıs özgülünde bir karşı koyuşun örgütlenmesi, iradenin ortaya konması adına yüzünü işçi sınıfı ve emekçilere dönmüş birçok devrimci-demokrat kurum, siyasi parti, dernek, bazı sendikalar ve sendika şubeleri 1 Mayıs Platformu’nu oluşturdu. Yasak kararını tanımayacağını ve o gün milyonlarca çalışanın hafta sonu olmasına rağmen zorunlu çalışacağını dolayısıyla işçilere ve emekçilere işçi sınıfına yönelik tüm saldırılara karşı belirli taleplerle alanlarda olunacağını deklare ederek tüm sınıf dostlarına çağrıda bulundu. Kamuoyunda gözler her zamanki gibi, geniş bir tabana sahip olan ve 1 Mayıs gününü “en fazla” sahiplenmesi gereken dörtlü yapının (DİSK, KESK, TMMOB, TTB) vereceği karara çevrildi. Ne gariptir ki bu yapıların yönetimleri ve bu yapılarda etkili siyasi anlayışlar bu çağrıyı ya duymazlıktan geldi ya da geç de olsa devletin yasak-kapanma politikasına uygun olarak hareket edeceklerini deklare etmiş oldular. Açıklama metninde bol bol “umut, birlik, mücadele, akıl, bilim, sorumluluktan” dem vurarak, “üstelik iktidar kadar sorumsuz” davranmayarak Kazancı Yokuşu’nda sembolik anma ve 1 Mayıs günü emekçileri balkonlara, klavye başına davet ettiler (!) Belirli güncel taleplerde sıralanırken “Yeni bir toplumsal düzen kurmak ellerimizdedir”de deniliyordu metnin finalinde. Akıllara ziyan bir açıklama!
İçinden geçtiğimiz süreçte sermayenin tüm saldırılarına karşı işçi ve emekçilerin asgari hak ve özgürlüklerini savunması gereken bu dörtlü yapının uzlaşmacı ve hatta teslimiyetçi geri bir pozisyon almış olduğunu görüyoruz. Şaşırmadık fakat iktidarı “halkın aklıyla alay etme” esprisi üzerinden uyaran dörtlü yapıya; özellikle DİSK bürokratlarına (içerisindeki bazı sendika ve şubeleri ayrı tutarak) “Asıl siz işçi sınıfının aklıyla hangi cüretle alay ediyorsunuz!” demek gerekiyor. Son birkaç yılda işçi ve emekçilerin çalışma yaşamına dair sorunlarına çözüm üretmede ciddi bir duruş sergileyememiş, pasif birkaç basın açıklaması, talep sıralaması ve sembolik yürüyüşlerden başka bir eylem örgütleyememiş, dahası binlerce KHK’lının hakkını koruyamamış, “çarklar dönsün” temelinde her gün salgının en orta yerinde çalışmak zorunda kalan üyelerinin sesine kulağını tıkamış yapıların icazetli sembolik anmalara ve sanal etkinlikleri yönelmesi malumun 1 Mayıs nezdindeki ilanı oldu.
Geleneğindeki ve ismindeki “devrimci” kelimesinin içeriğine ve tarihine uzun zamandır sırt dönmüş olan DİSK, CHP’nin sendikalar kolu gibi konumlanmaktan da utanç duymuyor. DİSK yönetimi, içindeki devrimci nüveleri özel müdahalelerle tasfiye etmiş, dümeni sınıf işbirlikçiliğine kırarak pratiklerini bu çizgiyle şekillendirmiştir. Metal grevlerinden belediye işçilerinin grev ve TİS süreçlerine kadar DİSK, sermaye ve patronlarla uzlaşmayı esas almış hatta sendikalar içerisinde “kontrol” dışına çıkan odaklara operasyonlar düzenlemiştir.
DİSK bürokratları, tam da 1 Mayıs’ın yasaklandığı süreçte, işçi direnişlerine, en küçük hak arama eylemine, devrimcilerin pandemi yasaklarını tanımayarak yaptıkları eylemlere yönelik polis saldırısının emrini veren İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile Afet Eğitim İş Birliği Protokolü’nü imzaladılar. Üstelik aynı saatlerde Kadıköy’de DİSK’in de çağrıcısı olduğu 1 Mayıs bileşenlerinin eylemine yönelik polis saldırısında onlarca kişi gözaltına alınıyordu. Yaşanan tüm bu tablo işçi ve emekçilerin gerçek dostlarıyla, dost görünümlü sınıf işbirlikçilerinin arasındaki farkı açıkça ortaya koyuyor.
İşçi sınıfının üretimden gelen gücünün ve fiili meşru mücadele hattının örgütlenmesi bugünün en acil ihtiyacı durumundadır. Bu en başta devrimci-demokrat işçilerin omuzlarındaki bir görevdir. Sınıf sendikacılığını hayata geçirmek, sendika bürokratlarını alaşağı etmek için sınıfın yeni hamlelere ihtiyacı vardır. Çünkü bugün sermaye en yoğun haliyle saldırılarını yoğunlaştırırken en başta sendika bürokrasilerini kullanmaktadır. Bu Türk İş’te, Hak İş’te böyle olduğu gibi kendini “sol” söylemlerin arkasına gizleyen DİSK bürokrasisi ve dörtlü yapının diğer bileşenleri için de böyledir.
Görünen o ki son kertede yasakları tanımayarak hem alanlarda hem de 1 Mayıs günü Taksim’de 1 Mayıs kararlılığını gösterenler, işçi sınıfının umudunu büyütmede iddia ve sorumluluk sahibi olanlar bir yerde; pasifizmi, uzlaşmacılığı esas alanlar, balkonları ve sanalı adres gösterenler başka bir yerde olacaktır. 1 Mayıs günü “umut” omuz omuza “umutsuzlar” ise yan yana olacaktır!